Neden Başlamak İçin Motivasyona İhtiyacımız Yok

Genellikle fantastik filmlerde dünyayı yok etmeye çalışan süper kötü karakterlerin veya Fortune dergisinin röportaj yaptığı başarılı CEO’ların masasında gördüğümüz bu düzeneğin komik bir adı var: Newton’un Beşiği. Toplardan birini çekip bıraktığınızda enerjisini diğerlerine aktarıyor ve hiç durmayan bir hareket başlıyor.
Havalı bir masa süsü olmasının dışında, aslında Newton’un hareket yasalarını açıklıyor. (Zaten bu yüzden, düzeneğin Newton ile hiçbir ilgisi yokken “En Öz Hakiki Gerçek Karadenizliler Pide Salonu” gibi onun adını vermekte ısrar etmişler.) Merak etmeyin, yazının devamında size fizik dersi verecek kadar fizik bilgim yok. Ben işin magazin kısmındayım ve hızlıca oraya geçiyorum.
Newton’un yasalarından ilki şöyle der:
“Tüm cisimler bir kuvvet etkisi tarafından durumunu değiştirmeye zorlanmadıkça düzgün doğrusal hareketini veya durağanlığını korur.”
Daha açıklayıcı olalım: Tüm nesnelerin hareket veya durgunluk durumundaki değişime direnme eğilimi vardır. Bu eğilim “eylemsizlik” olarak adlandırılır. Yani bir cisim duruyorsa durmaya, hareket ediyorsa da hareketine devam etmeye meyillidir.
Buraya kadar bahsettiklerim aklınızda mı? Şahane! Şimdi evrensel fizik yasalarını bir kenara bırakıp biraz da benden bahsedelim.
Hepimiz biliyoruz ki anksiyete, depresyon, DEHB gibi psikolojik etkenler varsa yaşama dair motivasyon bulmak, bulunca da onu korumak normalden çok daha zor. Büyük büyük hedefleri gerçekleştirmek bir yana, günlerce evden çıkmadığım oluyor. Mesela geçen haftaya dair en gurur duyduğum başarım, yattığım yerden masamın yanındaki çöp kovasına dondurma çubuğunu atabilmekti. Ertesi gün gördüm ki o da aslında kovanın kenarından sekip yere düşmüş. Yere bağdaş kurup bunun için yaklaşık yarım saat ağladım. Kalkarken de ayaklarım uyuşmuş olduğu için “Yaşlı mıyım ben, neden bacaklarım uyuşuyor” diye ağladım. Bir saatin sonunda elimde sümüklü mendilimle oturuyordum ve tek düşündüğüm “Avrupa’da kaç tane şato var” sorusuydu. (Evet, şatom olsun istiyorum, suç mu?)
Kendimi kötü hissettiğim dönemlerde gerekmedikçe hareket etmem ve bu konuda eleştirilirsem enerjimi olası uzaylı istilası için sakladığımı söylemekten çekinmem. Tüm günü abur cubur yiyerek, aralıksız bilim kurgu ve fantastik film izleyerek geçiririm. Basit karbonhidratlar kan şekerimi yükseltir, beynimin her hücresi tartışma programında birbirine bağıran muhalif siyasiler gibi anlaşılmaz çığlıklar atmaya başlar.
Beni huzursuz eden bir mesele varsa, bunu değiştirmek için bir girişimde bulunmak yerine donup kalırım, daha da huzursuz olurum. Sibel Can’ın 90’lı yıllarda her albüm öncesi kilo verip sonra geri alması gibi sonsuz bir döngüye girerim.
Eğer yılda birkaç gün kötü hissetseydim problem teşkil etmeyebilirdi ama ben hemen her gün, kısa süreliğine de olsa kötü hissedebiliyorum. Verimlilik açısından bakarsak, bu durum beni ucuzluk marketinden alınan, bir kere kullandıktan sonra şarj olmayan şu dandik ev aletlerinden biri yapıyor. Her konuda ilk aşamayı hevesle geçip, şarjım bittiğinde yeniden motive olamıyorum. Kafamdaki çekmecenin içi yarım kalmış planlarla dolu.
20’li yaşlarımdayken bundan rahatsız olmuyordum çünkü önümde yüzlerce yıl daha var sanıyordum. Ayrıca Newton’a göre bile ertelemek (eylemsizlik) normaldi, evren böyle işliyorsa benim yapabileceğim bir şey yoktu.
30’ların sonuna yaklaşınca, özellikle de sosyal medyada gördüğüm isimleri aşiret zannetmeye başladıkça telaşlandım çünkü gündemden kopmuştum. Kısa süre önce Ekşi Sözlük’te bir başlık gördüm; Uzi, Sefo, Murda, Tefo, Seko ve hatırlamadığım nicesi… Meğer hepsi şarkıcıymış, bana Kürt aşiretlerinin listesi gibi gelmişti.
Yabancı haberlere baktım, Michael J. Fox tekerlekli sandalyeyle maç izlemeye gitmiş. Onu görünce yine ağlamaklı oldum çünkü ben zaten yaprak kıpırdasa ağlamaya meyilliyimdir. (Bu da bir tür fizik yasası olabilir.) Sonra düşündüm, Back to the Future gibi bir serinin baş karakteri olsam, Parkinson yüzünden günden güne hareket kabiliyetim kısıtlansa ne hissederdim? Cevap bulamadım ama çocukken Back to the Future izleyip hayaller kurduğumu hatırladım, hiçbirini gerçekleştiremediğim için kendime kızdım.
Hayat akıp gidiyor ve ben sabit kalıyorum, bunda direniyorum çünkü motivasyonum yok. Çevremdeki insanlara bakıyorum, nasıl başarılı olduklarını anlamaya çalışıyorum. Hepsinin ortak noktası tutarlılık çünkü kimse 365 gün motive kalamaz. Şu kısa diyaloğu birçok röportajda gördüm:
- Motivasyonunu nasıl koruyorsun?
- Koruyamıyorum ama yine de yapmam gerekeni yapıyorum.
Peki ben ne yapıyorum dersiniz? Ağlayıp kusarak yerde yuvarlanıyorum, halı yumuşak değilse yatakta yuvarlanıyorum, sonra da boynum tutulana kadar boş boş tavanı izliyorum. Ardından sıkılıp bir şeyler izliyorum, kitap okuyorum veya başka anlamsızlıklar peşinde koşuyorum. Yapmayı planladığım iş hariç her şeyi deniyorum çünkü onun için mucizevi bir motivasyon bekliyorum. Godot’yu beklemek gibi, o motivasyon bir türlü gelmiyor!
Bugüne kadar önce motivasyona sahip olup sonra eyleme geçmem gerektiğini zannetmek hayatımın en büyük hatalarından biriydi. (Size diğer hatalarımı da yazmak isterdim ama tarihe saygımdan Manas Destanı’nın dünyanın en uzun destanı olarak kalmasını tercih ederim.)
Geç de olsa kabullendim ki önemli olan bir işe karar verdikten sonra başlamak ve tutarlı şekilde sürdürmek. Her sabah müthiş sevinçle, tükenmez bir enerjiyle kalkıp gün boyunca sinir bozucu müzikal karakterleri gibi sağda solda dans etmek başarının koşullarından biri değil. (Saçma romantik komedi filmlerinde yaşıyorsanız belki…)
Güzel haber ne? Dramaya gerek yok, bir konuda başarılı olmak için motivasyondan önce sürekliliğe ihtiyaç var. Başlamanın bir yolunu bulmak yeterli, sonrasında hareket halinde kalmak çok daha kolay. Newton’un Beşiği gibi, kendi kendine işleyen bir sisteme dönüşüp dünyayı ele geçireceğim. (Tamam, sakinim.)
Motivasyon önemli ama harekete geçmek için motive olmayı beklerseniz muhtemelen benim gibi hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Siz harekete geçin, sonra motivasyon gelecek. Gelmezse bizzat ben evinden aldırırım, söz.
Not: Motivasyonla ilgili şahane kaynaklar, yaklaşımlar buldum. Ayrı bir yazıda bahsedeceğim.